Salı, Haziran 21, 2005

neyi kaybettiğini hatırla

neyi kaybettiğini hatırla
... ahalinin maruz kaldığı şey depolitizasyon olmadı. insanlar kendilerine bir kıymet atfederek etkinlikte bulunma şereflerinden mahrum bırakıldılar... baksanıza: komunistler komunist olmadıklarını, türkçüler türkçü olmadıklarını, şeriatçılar şeriatçı olmadıklarını ispat edebilmek için nasıl da büyük bir çaba sarfediyorlar. kendi kıymetlerinin birer kıymet olduğundan şüpheye düşmüş bir yığın insan, bundan böyle kendilerine kıymetli diye sunulan bazı şeyleri elde etmenin telaşında. dikkat edin: insanlar başkasına verebilecekleri bir şeyi elde etmeye çabalamaktan günden güne uzaklaşıyor. edinilmeye çabalanan şey bencilce muhafaza edilebilecek türden. yani sadece sayıya, ölçüye gelir değerleri el altında tutmaya çalışyor insanlar.

ismet özel
neyi kaybettiğini hatırla

Cumartesi, Haziran 18, 2005

tahir alangu

ferhantoloji
bir yumruğunun beşyüz kilo olduğunu iddia eden keş hüsnü'yle, havadan sudan şeylerden konuşarak geçirilmiş türkçe dersleriyle tamamlandı ortaokul, liseye geçtik. hem de bütünlemesiz falan, haşırt diye bitirmişim ortaokulu. yıllardır bana yaşgünlerimde hediye olarak küçük kaatlara yazılı nasihatler veren ve genelde, babalar çocuklarına her zaman değil de, önemli okulları bitirdiklerinde önemli hediyeler alır, örneğin ortaokul bittiğinde gibi bir taktik izleyen babamın artık denilecek hiçbir şeyi kalmamıştı. ne istersem alınacaktı. yazı makinası istediğimi belirttim. babam durumu şaşkınlıkla karşıladı:

- arzuhalci mi olucaksın oğlum sen?

kem küm ettim, kimi fransızca ödevleri okulda herkesin makinayla yazdığını, sınıfta bir sürü öğrencinin yazı makinası olduğunu söyledim. babam da, oğlum öbür çocuklardan geri kalmasın diyerek ikna oldu. karaköy'den gıcır bir remington marka daktilo alındı. gri fermuarlı çantası içinde, mutluca sallanarak girildi küf kokulu tünel'e. cumartesi pazarları şiirlerimi daktiloya çekmeye başladım.

tahir alangu ile edebiyat başladı. başlayacak yani, heyecanlıyız. tahir baba deniliyor ona okulda. neresi baba? ne kadar baba? kaz cemal'e de "baba" deniyor okulda. hatta kimi öğretmenler, sınıfa ilk girdiklerinde bana "baba bilmemkim" derler diyerek bu ismi edinmek istiyor, öyle bir isme yatay geçiş yapmak istiyor yani, ona daha önceki öğrenciler "bok şakir" demişler, o bize kendini baba gibi tanıtarak bu isimden kurtulacağını sanıyor... yemezler bok şakir! tahir alangu öyle değil, ona herkes baba tahir, diyor... koridorda görmüşlüğümüz var. tahta bir ağızlıkla sigara içiyor. pek kimseyle konuşmuyor. siyah ya da kahverengi çizgili yakım elbise ve yelek giyiyor. çantasını hiç elden bırakmıyor.

derken bir gün zart diye giriyor sınıfa, gözünde şişe dibi gözlükler, elinde tahta ağızlığı, dolma parmaklar sıkı sıkı tutuyor ağızlığı, ağır ağır yürüyor kürsüye, saçı epeyce dökülmüş, kararlı dev adam. kırlaşmış pos bıyıkları gülümseyen ağzını saklıyor.

- oturun!, diyor, isteksizce ve yarım göt ayağa kalkmış ve gereken suskunluğa henüz ulaşamamış bizlere. şöyle bir bakıyor sınıfa. biz de ona bakıyoruz. sırıtıyor. biz de sırıtsak mı acaba?

- mollalar, o önünüzdeki, üstünde "edebiyat" yazan kitap okunmayacak. ananıza babanıza söyleyin, size birer sait faik külliyatı alsın... haftaya edebiyat! bu ders serbestsiniz, ne isterseniz yapın! diyerek çekip gidiyor sınıftan.

nihat sami banarlı'nın edebiyat kitabını kaldırıp atarak, kimimiz grand-cour'da yakarak, birer, ikişer sait faik kitabı edinerek ve tahir alangu'nun bu muhteşem anarşist tavrını çok beğenerek, onu özleyerek bekliyoruz ikinci edebiyat dersini. alangu sınıfın kapısında belirince de, birden çakı gibi ayağa dikiliyor sınıf, kıl kıpırdamıyor, en ufak bir sululuk yok. bir tören suskunluğu içindeyiz. sıraların üstünde yalnız sait faik kitapları.

- açın "semaver" hikayesini, sen oku! diyor parmağıyla nedim'i göstererek. nedim sesi kısık ve titreyerek başlıyor okumaya. kitabı edinebilmiş olanlar kitaptan da izliyor, edinememiş olanlar nedim'i dinliyor. güzel okuyor nedim. duygulu okuyor, zaman zaman ağlayacak gibi düğüm oluyor gırtlağında heceler, öykünün sonunda bütün sınıf ağladı ağlayacak bir haldeyiz, hepimizin gözü yaşarıyor. gözümüzün yaşarmasına çok keyifleniyor alangu, gülümseyerek gidiyor o gün...

bir ay içinde herkes sait faik'i hatmetmiş durumda, alangu bize hiç duymadığımız, yeni yazarlar tanıtıyor, kitaplarını getiriyor, öykülerini okutuyor, birden osman cemal kaygılı, f. celalettin, memduh şevket esendal'la doluyor küçük beyinlerimiz. her gün yeni bir pencere açıyor bize tahir baba... kimi gün bir çehov öyküsü, kimi gün homeros... derken kalavela destanı... daha sonra, henüz dilimize çevrilmemiş olan heinrich böll, friedrich dürrenmatt gibi yazarları, evinden getirdiği almanca özgün baskılarını açıp, gözlüğü alnına kaldırarak, anında çeviri yöntemiyle kendisi okuyor bize... sınıfta neredeyse herkes öykü yazmaya başlıyor.. birden fazla duvar gazetesi çıkarılıyor. teneffüslerde sabırla okuyor duvar gazetesine yazdıklarımızı alangu.

birinin ukala velisi, müfredat programını uygulamıyor diye şikayet etmiş hocamızı milli eğitim bakanlığına. ankara'dan müfettiş geliyor. sınıfa sokmuyor müfettişi alangu.

- arkadaşlarımla edebiyat görüşüyoruz, edebiyatın teftişi olmaz, çok ayıptır! diyerek yol ediyor, hiç böyle bir adam görmemiş şaşkın müfettişi.

sonra bir gün içimizden birilerini dolma parmaklarıyla göstererek:

- sen! sen! sen! sizler yazar olacaksınız, bu işin peşini bırakmayın... çok okuyun! günlük tutun mollalar! diyor. tahir alangu'nun parmakla gösterdiğinde, utanarak önüne bakan, yüzü kızaran bu çocuklar, nedim gürsel, selim ileri, mahir şaul, engin ardıç, izzet yaşar, ferhan şensoy...

ferhan şensoy
kalemimin sapını gülle donattım